Friday, February 22, 2008

SUSURLUK gercegi

Özel Harekat Dairesi - Milletvekili Sedat Bucak’ın koruması ERCAN ERSOY:


Kazadan birkaç gün önce biz özel timciler Mustafa Altınok, Enver Ulu, ve şoför Abdulgani Kızılkaya, DYP Ş.Urfa milletvekili Sedat Bucak’ı Mercedes markalı arabasıyla Ankara’dan istanbul’a getirdik. Hilton Oteli’ne yerleştik. O gün Sedat Bey, Fevzi isimli biriyle görüştü (Ersoy Ali Fevzi Bir’i kastetmiyor. Bu Fevzi emlakcıdır.) Burhaniye’deki arsalarla ilgili imar planlarını gösterdi, ikinci gecenin sabahı Mehmet Özbay olarak bildiğim bey geldi, hep beraber yola çıktık. Biz üç koruma, sonradan gelen ikinci Mercedes’e bindik. Aracı feribota kadar ben kullandım. Diğer S600 Mercedes’i Gani kullandı, içinde Bucak ve Çatlı beyler vardı. Beşiktaş maçını seyretmek için Yalova Termal Tesislerinde mola verdik ve orada geceledik. Ertesi gün Fevzi Bey Burhaniye’de bulunduğu için tekrar yola çıktık. Gani bizim arabaya geldi, diğer arabayı Mehmet Özbay kullandı. Sonra arazi gezildi. Cep telefonum çaldı, arayan Hacı Seydo idi. Sedat Bey’in babasının dostu olan Ali Aydınlık’ın oğlu Cemil’in intihar ettiğini, Ege Üniversitesi Hastanesi’nde olduğunu söyledi. Bunun üzerine izmir’e uğradık. Princess Otel’e yerleştik ve
başsağlığı için Aydınlık ailesinin evlerine gittik. Yaklaşık yarım saat oturduktan sonra, tekrar Princes Otel’e döndük. Burada, Bakan Mehmet Ağar’ın kızı Yasemin rahatsız olduğu için kalıyordu. Odasına çıkıldı, geçmis olsun denildi. Ertesi gün Sedat Bey’e meşhur Zapçıoğlu Mağazasından, özel ayakkabı getirildi. Sedat Bey’in ayaklarından birisi 37, birisi 38 numaradır. Kendisi orada telefonla görüştü, Hüseyin beyin geleceğini söyledi. Ben de Sedat Bucak’ı Deniz Restoran da bulunan Mehmet Özbay ve diğerlerinin yanına bıraktım, havaalanına Hüseyin Kocadağ’ı almaya gittim. Daha sonra aramıza eski Emniyet Müdürü Tamer Kırklar katıldı. Princes Otelinden apar topar çıkma meselesi bir şeylerden şüphelenmemizden kaynaklanıyordu. Çünkü Aydınlık ailesinin evinden dönerken yolda, Bucak’ları polis çevirmiş,
üzerlerinden bir tane ruhsatsız silah çıkmış ama polisler hiçbir işlem yapmadan yol vermişler bizimkilere. Ben o sırada orada olmadığım için öğrenince şüphelendim. Çünkü izmir’de kim tanırdı Bucak’ları, istanbul veya Urfa olsa neyse çünkü milletvekili olmasından dolayı geçirirlerdi ama izmir’de bu işler sıkıdır. Ben hemen o akşam Emniyet Müdürlüğünü ve Asayişi aradım. O saatte yapılan bir uygulama yoktu, işte o zaman tedirgin oldum. Diğerlerinin yanına gidip, dedim ki "Burada fazla kalmayalım, gidelim. Bir de şey nereye gidelim?" Sedat Bey hemen Kuşadası’ndaki yazlığına gitmeyi teklif etti. Yeni almış, görmemişte. Sonra hep beraber hareket ettik ve Kuşadası Onura Otel’e yerleştik. iki gece burada kaldıktan sonra 3 Kasım saat 16.00 ya da 16.30 civarı istanbul için yola çıktık. Sedat Bey’in S 600 Mer-cedesini Hüseyin Kocadağ kullanıyordu. Biz korumaların arabasi işaretim üzerine öne geçti. Zaten Susurluk’a 20 kilometre kalıncaya kadar ben hep önde geldim. Çok yavaş gidiyordum Ve hava biraz sisliydi ve kararmak üzereydi. Hatta ben bazen 120-130-140 falan yapınca, Hüseyin Bey sellektör yapiyordu yavaş git anlamında. Susurluk’ta bir kamyon konvoyu vardi. Sonra Hüseyin Bey virajda beni geçti çünkü allında "S600" vardı. Bizim araba toparlayamıyordu. Biz 5-6 kamyon arasina takılıp kalınca epeyce bir zaman kaybettik. Birbirimizden kopmuştuk, Haberleşenıiyorduk çünkü telefon çekmiyordu Belki ayran içmek için Susurluk’ta durmuşlardır diye etrafa baktik Yoklardi..Ben o zaman süratlendim saat 19.30 gibiydi. Artık hava iyice kararmıştı. Yolun sonunda bir arabanın dörtlülerinin yandığını gördüm. O yolda kaza olacağına ihtimal vermiyordum çünkü orası uçak pisti kadar genişti, ama yine de yavaşladım. Bir kaç araba durmuştu, hepsini sollayarak geçtim. Araba Mercedesdi, bagaj kapağı açıktı. Bizim araba olduğunu, bagajda asılı duran Sedat Bucak’ın elbise naylonundan anladım. Hemen durduk. Arabadan toz çıkıyordu. Birkaç kişi arabanın etrafındaydı, yanacağını söylüyorlardı. Bizim yangın söndürme tüplerimiz küçük olduğundan, benzinci koşarak tüp getirdi. Arabanın yarısı yoktu, kapıları da açılmıyordu. Bir tek sağ kapı açıldı (Kasdedilen yer Mehmet Özbay’ın oturduğu yerdir) Mehmet Bey’in yaşadığını görünce hemen onu
çıkardık, durumunu anlamak için yere uzattık. Yüzü, kolu, birde göğüs kısmı
kırıktı. "ALLAH" diyordu. Ağzından kan geliyordu. Mehmet Bey’i hemen
diğer Mercedes’e koyduk. Sedat Bucak’ı bulamıyorduk. Arabadan fırlamış olamazdı çünkü camlar kırık değildi. Elini görünce torpidonun altına girdiğini fark ettik. Mercedes’e halat takıp kamyondan ayırdık, Gonca Us’ta yaşıyordu, onu Sedat Bucak’la beraber station bir arabanın arkasına bıraktık. En son Hüseyin Bey’i çıkardık. Onun vücudunda hiç sağlam yer kalmamıştı. Bütününü tutamıyorduk. Bismillah, elimizde böyle kalıyordu. Ben Mehmet Bey’i alıp onlardan yaklaşık beş dakika evvel çıkmıştım. Hangi hastaneye gideceğimizi, hangisinin yakın olduğunu bilmediğimden, yolda giderken soruyordum. En sonunda Susurluk Sağlık Ocağına vardık. Ben yol boyunca Mehmet Bey’in nabzını tutuyordum. Bir ara baktımki nabzı atmıyor, durmuş… ölmüş! Ama son sözü, gülen bir yüz ifadesiyle "ALLAH" oldu."
Kazadan haftalar sonra Ercan Ersoy evimize başsağlığı için geldi. Bu bir kaza değil de acaba bir suikast miydi? Çeşitli duyumlara göre kaza günü şöyle olabilirdi… Susurluk yoluna yaklaşık 20 km kala, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ idaresindeki 06 AÇ 600 plakalı S600 Mercedes, önde giden timci koruma Ercan Ersoy’un kullandığı diğer Mercedesi (koruma arabasının içinde özel timciler Mustafa Altınok, Enver Ulu ve Bucak’ın
şoförü Abdulgani Kızılkaya bulunuyordu.) tehlikeli bir şekilde sollayıp
geçmişti. Kocadağ usta bir sürücüydü. Bir tehlike arz etmiş olacak ki hızlanmaya karar vermişti. Saat 19:20 idi. Kocadağ ibreye baktığında 220′yi çoktan aşmıştı. Onları arkalarından izleyen ve belli ki tehdit unsuru oluşturan beyaz renkli aracı geride bırakmak için Kocadağ daha çok hızlanmıştı. Çatlı ise dakikalar öncesinden Baretta tabancasına davranmıştı ve yolu kontrol etmekteydi. Kendilerini korumak için üzerlerinde -kendi silahları dışında-olası bir çatışmada karşılık verecek silah ve mermileri yoktu, ilerlemekte oldukları yolda ne benzin istasyonunda durma ne de cep telefonlarını kullanabilme imkanları vardı. Zira telefon çekmiyordu! Burası acil durumlarda askeri uçakların iniş pisti olarak kullanıldığından istisnai bir yoldu. Ya da arabanın uzaktan manipüle edilebilmesi için en elverişli yer!
Çatlı, Kocadağ’a "Çok hızlandın gardaş. Yeterince geride kaldılar. Ya
direksiyona hakim ol, ya da yavaşla" demişti. Kocadağ frene basmıştı fakat
frenler tutmuyordu. Araba ABS’li olduğundan uzaktan kumandayla devre dışı bırakılmaya müsailti. Özellikle de bu yolda. Kocadağ, Çatlı’ya dönüp "Ne
yapacağız" dercesine baktı. Bu ona son bakışı olacaktı. 300 metre ileride ki BP istasyonundan çıkan Hasan Gökçe’nin kamyonu, (iddialara göre yanında biri daha vardı fakat bu kişi açıklanmadı) altı şeritli yol üzerindeydi. Kamyon yolu ortalamış, Bekliyordu. Çatlı, Kocadağ’a tekrar direksiyonu kırmayı denemesini söyledi. Direksiyon da devreden çıkarılmıştı. Gonca Us ağlamaya başladığında, Bucak koltuğuna gömüldü. Çatlı, silahini sağ baldırının altına sıkıştırdı, bacaklarını kendine doğru çekti ve kollarıyla başını korumaya aldı. Bu arada kelimeyi şehadeti getirmeyi ihmal etmemişti. Bütün hayatı gözümun onumden geçiriyordu. Koskoca otuz dokuz yılı birkaç saniye içine sığdırmıştı. Saat 19:30′da Hasan Gökçe’nin bir kesim tarafından kahraman ilan edildiği kaza oldu. Büyük bir ses kopmuştu. Kamyonun kasası Hüseyin Kocadağ’ı ezmişti. Kendisi o an can verdi. Ancak gözleri açık gitmişti. Çatlı ağır yaralıydı. Beyaz Mercedes’in içindekiler ise kamyonun altındaki Mercedes’in resmini çekiyorlardı. Çatlı’nın yaşadığını görünce önce kafasına sert darbeler indirdiler, ardından da boğazına bastılar. Çatlı bunlara karşılık veriyordu fakat bu uzun sürmedi, içlerinden biri kırık olan kolunu daha çok bükmüştü. Bu kişiler karanlığa ve kayıplara karışırken içlerinden biri: "Yol üzerinde fren izi yok!" dedi. Diğeri de "Eee… dalgındırlar diye düşünürler olur
biter." Kazayı görenler yardıma koştu. Dakikalar sonra korumalar geldi ve sağ arka kapıyı açıp içindekileri çıkarttılar. Araçta açılabilen tek kapı Çatlı’nınkiydi. Bu da daha evvelden bir zorlama olduğunun işaretiydi. Arabanın önündekileri çıkarabilmek için kamyona halat takıp bir arabayla üstünden çektiler. Kocadağ hariç diğerleri yaşıyordu. Vakit kaybetmeden hastaneye gittiler. Ağır yaralı olan Mehmet Özbay kimlikli Abdullah Çatlı, ilk önce Emniyet Müdürü olarak lanse edilmiş, ardından gerçek kimliği inanılmaz bir hızla medyaya aksettirilmişti. Çok ilgi çekicidir ki Çatlı’nın esas hüviyeti bir ANAP’lı tarafından açıklanmıştı. Yaralıları acele bir şekilde hastaneye yetiştirmeye çalışan korumalar, bir ara arabanın başını boş bırakmışlardı. Beyaz Mercedes tekrar olay yerine geldi ve biri gözcülük yaparken diğer üç kişide kaza yapan Mercedese bir kaç silah bırakmışlardı. Ancak hem zamanları kısıtlı olduğundan hem de arabanın bagajı, valizlerden dolayı bütün yeri kapladığından, bazı larını arka koltuğa bırakmak zorunda kalmışlar ve telaştan ol sa gerek silahlarda karışıklık yaşanmıştı. Ne silahlar, ne mermiler, ne susturucular, ne de şarjörler birbirine uymuyordu Bir de arka koltukta oturanların seyahat boyunca silahlardan rahatsız olabilecekleri
ihtimalini gözden kaçırmışlardı. Arkalarında bıraktıkları en büyük delil ise…
arabaya bıraktıları silahlarda ne Çatlı’nın ne de diğerlerinin parmak izlerini
koymamışlardı. Ne ilginçtir ki ilerleyen aşamalarda, silahlar üzerinde her hangi bir balistik inceleme yapılmadı (!) Olay yerine ancak bir buçuk saat sonra gelen gazeteciler ilk resmi çekmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Oysa resim çok önceden çekilmişti. Abdullah Çatlı’nın söz konusu Susurluk kazasından sonra kaba kuvvete tabi tutulduğunu gösteren bir kaç nokta var: Trafik kazalarında ani ve sert bir çarpmayla özellikle de yüz bölümünün bir cisme çarpması neticesinde bu bölgede ne girintili çıkıntılı ne de şişmiş bir yüz şekli olur. Oysa Çatlı’yı ilk görenler ve resimler incelendiğinde O’nun yüz kısmında bunlara rastlanmaktadır. Yani kendisinin yüzünde derin girintiler ve cesedin ilk saatlerinde bile gözle görülür şişlikler oluşmuştur. Bunlar ancak birbiri ardına gelen sert darbelerle oluşur.

No comments: